7 Aralık 2009 Pazartesi
5 Aralık 2009 Cumartesi
biraz ilgi..

Bu Cuma harika geçti. Çizim dersinde hiç stres olmadım. Hatta galiba biraz çizebildim bile. Yani en azından bir şeylerin mantığını anladığımı hissettim. Bu aralar daha önce de söylediğim gibi depresif ruh halimi bir kenara bıraktım. Genel olarak her şey iyi güzel hoş yani.
Bilmiyorum kaç kişi beni okur, okusa bile kaç kişi bana kulak verir ama herkesi sokaktan bir hayvan sahiplenmeye davet ediyorum. Artık yollarda binlerce kere üstlerinden geçilmiş hayvanlar görmekten bıktım. İçinizde bir yerlerde birazcık bile olsa bir sevgi varsa lütfen sokaktan bir kedi bir köpek evlat edinin. İlla cins olsun diye tutturanlardansanız inanın yazlık beldelerde kış olunca sokakta gezen bir çok hayvan var onlardan birini alabilirsiniz. Bir çocuğu birkaç aylığına sevindirmek için alınan zavallı hayvanlar kış gelince aç, evsiz sokakta kalıyorlar. İnsanlara gerçekten üzülmüyorum hayvanlara üzüldüğüm kadar. Bir düşünün sizin ağzınız diliniz var aç açıkta kalsanız bile ne bileyim bir şekilde para kazanmak için, bir yer bulmak için bir çareniz var. Sokak hayvanlarını düşünün. Kendilerini insan diye adlandıran yaratıklar tarafından tecavüze uğruyorlar, işkence görüyorlar ve yardım istemek için hiçbir şansları yok. Siz de size bir arkadaş istemez miydiniz? Bir düşünün ömür boyu onun için tek bir kötü söz bile söylemediğiniz arkadaşlarınız gün gelip size sırtını çevirmiyor mu? Bir de zavallı sokak köpeklerini düşünün başını sokaktan geçerken öylesine sevdiğinizde bile dakikalarca sizin peşinizden ayrılmıyor. Sokak hayvanlarına üzüldüğüm kadar hiç ama hiç bir şeye üzülmüyorum. Umarım hepsi bir gün sıcak bir yuva ve onlara ölene dek bakacak iyi sahiplere kavuşurlar.
sanmayın ki sadece sokak köpeklerinden bahsediyorum. Barınaklarda yaşayan hayvanların durumu belki de daha vahim. Açlıktan ölüyorlar. Ve yemek aramak için bir şansları bile yok. Lütfen lütfen bir hayvan almadan önce çevrenizdeki barınaklara, sokaklara bir göz atın.
2 Aralık 2009 Çarşamba

Bu gün bir şımarıklık var ki üstüm de sormayın gitsin. Sürekli erkek arkadaşımla uğraşasım var onu da tanıyanlar bilir hiç öyle sululuklara gelemez. Zaten sadece benim böyle bir isteğim var benim diğer hareketlerime olduğu gibi buna da kayıtsız kalıyor.
bu gün zar zor uyandım okula gitmek için. Ama İngilizceden bir tek devamsızlık daha yaparsam kalıyorum o yüzden seve seve değilse de mecburiyetten uyandım. (kendime not: ilk derslere yoklamaya önem vermeyen bir hoca seçmeliyim 2. dönem) sağ olsun Nazlı arabayla götürdü bu gün okula benim de en yakın zaman da ehliyetimi almam lazım. Belediyenin araçlarını kullanmaktan gına geldi. Ömür boyu feribot görmek istemez oldum artık. Gerçi o yine iyi otobüs falan beklemekten. Neyse dün geceden stüdyo ödevinin yarısını yapıp kolayları okula bırakmıştım e bir saatlik arayı boş geçirmek olmaz. Hazırcılığın böylesi stüdyo için artık utanmadan Asya Kırtalsiye’ye ‘ ya bu günkü stüdyo için küp mü yapılcakmış neymiş var mı ondan’ diye sordum. Adam da yuh artık gibilerinden suratıma bakıp çıtaları verdi bunu siz yapcaksınız dedi. Mecbur aldım ben de ne yapayım. Ah be Volkan abi ne olurdu 31X31 küpü de hazır satsan. Elimiz mahkum alacağız ne de olsa. Neyse böyle geçen bir öyle molasından sonra İtalyanca dersine girdim. Gayet eğlenceli italanca dersinde günleri falan öğrendik. Sonra da derse pizza sipariş edip afiyetle yedik. Sonuçta dili yaşamak gerek bir yerde. İstanbullu bir arkadaşımın söylediği gibi ‘dil dile değmeden dil öğrenilmez’. İtalyancaya değmek istiyorum.
Sonunda geldi de çattı stüdyo dersi. Aman da ne göreyim bizim ffd101 in internet adresindeki material list eksikmiş. Neyse küp yapmak için ekstradan bir haftam olduğuna sevineyim derken strafor aldık işte bu üzücü haberdi şimdiden kara kara düşünmeye başladım nasıl keseceğim o straforu hemde curve lines kullanarak. Ah ah üçgen kesmek zaten sordu kıvrımlı kıvrımlı nasıl keseceğim. Yine workman ship 0 olcak sanırım. Ya aslında iyi olsa ne olcak o da var Can var bizim stüdyoda çocuk nasıl uğraşıyorsa her yaptığı çalışma şiir gibi oluyor ama habire eleştiriyorlar. Benim çalışmalar daha hiç eleştirilmedi. iyi yapsan bir dert kötü yapsan bir dert yani. Stüdyo derslerinin anlaşılmazlığına hastayım. Hoca yarım saat boyunca anlatıyor da anlatıyor. Zaten Türkçesini anlamadığımız kelimeler İngilizce olunca hiç anlamıyoruz. Sonuç olarak hadi bakalım deyip işi bir ucundan yapmaya başlıyoruz herkes birbirine sora sora bir çalışma daha sona eriyor. Artık gerisi Allah kerim yanlış ve ya doğru.
sonra Duygu’yla tekila partiye gidelim dedik okul çıkışı. Bu fikrimi erkek arkadaşım pek beğenmedi. İçip içip sarhoş oluyorsun ağzınla içmesini bilsen git falan gibilerinden bir şeyler söyledi. Neremle içtiğimi merak ettim o an doğrusu. Neyse yine Nazlı’yla eve dönmenin sevincini yaşarken Duygu’yla yağmurlu havaya aldırmadan Alsancak’ta inmeye karar verdik. O yağmurda mağza mağza gezdik. Ah şu kızlar işin ucunda alışveriş ve yeni açılmış bir kart olunca hiç yorulmuyorlar gezmekten. Her yanım sırıl sıklam oldu. Sonunda ne mi oldu penti’de yüz kere baktığım taytı aldım sonunda. Her yerde şu ıslak görünümlü taytlardan arıyordum ama bulamadım. En sonunda iyi ve ya köyü dedim Penti’deki yılan derisi gibi olanı alayım. (Ay yılan derisi gibi demişken hala o yılan derisi UGG’lar aklımda. Yeri gelmişken anmak istedim.) Reyhan’da oturup kurabiye yiyip çay içtikten sonra FP guy Boombox veya Hometown’da olabilir mi acaba diye biraz bakındık. Ama o bizim gibi yağmurda gezecek kadar aklını yitirmemişti. Umarım sonunda Duygu hayallerindeki beyaz atlı FP guy’a kavuşur. Böyle güzel bir gündü uzun süredir bu kadar neşeli meşeli hissetmiyordum iyi oldu.
Yarın çok erken kalkmalıyım okul için. Ama yine de dayanamayıp bir şeyler yazmak istedim. Bu saate kadar televizyona bakındım boş boş oyunlar oynadım. Okul ödevlerimi yine YAPMADIM geçe geç olunca yarısını yaptım diğer yarısını da yarın ki 1 saatlik aram da bitireceğim. Tam yatağıma yatmıştım kalp atışlarımı dinlemeye başladım. Sonra yazı yazmaya karar verdim. Nerden nereye yani… 600 yıl sonra kalbimin kesin olarak atmayacağını bilmek beni üzüyor ama yinede şuanda attığı için mutluyum. B gün vitamin içmeye başladım. Şu anlamsız ruh halimi bir kenara bırakıp başaracağıma inanmak istiyorum. Yarın okuldan gelir gelmez Cuma gününe yetiştirmem gereken çizim ödevini bitirmek niyetindeyim umarım bu niyetimi hayata geçirebilirim.
erkek arkadaşıma bir kız için en fazla ne yaptın diye sordum geçenlerde. O da aşık oldum dedi. ( aşık olduğu kız ben değilim!) en yakın arkadaşım çok saçma olduğunu söyleyene kadar bana çok büyük bir şeymiş gibi gelmişti bu. Sonra faydacı tarafım beni dürttü. İnsan bir başkası için mi aşık olur kendi için mi. Sonra ben ne yaptım diye düşündüm bir erkek için en fazla. Sürekli küçük düşmemi saymazsak… ne kadar acınası olsa da bundan 4 yıl kadar önce bir erkek için onsuz yaşamaktansa ölmeyi istemiştim. Ama sonra düşününce bunu onun için değil kendim için yapmayı istemişim. Yani onsuz bir hayata katlanamayan bendim sonuç olarak burada düşünce olarak o erkek vardı yani bireysel olarak onun için yaptığım bir şey yoktu. O zaman dedim bir erkek için en fazla ne yaptım düşünmeye başladım. Sanırım şuanda ki erkek arkadaşıma sadık kalmaya çalışmam bir erkek için yaptığım en büyük şey! Yinede işler kötü gittiğinde kontrolümü kaybetmek üzere bile olsam şuana kadar böyle bir şey yapmadım neyse ki!
sanırım aşık olmak da biri için değil kendi için yapılan bir şey. Sonuçta aşık olmak, aşık olduğunuz kişiye bir fayda sağlamıyor eğer oda size aşık değilse. Eğer öyleyse hoşuna gider falan ama direkt olarak ona bir şey yapmış sayılmazsınız.
neyse.
Bayramdan bahsetmeyi de ihmal etmemek lazım! Bayramda Şirince’d ydim. Arkadaşlarımın pek hoşuna gitmemiş olsa da ben kaldığımız yeri çok beğendim. Her şey o kadar doğaldı ki sonuna kadar köy hayatı dedim. En yakın arkadaşım senin gibi alışveriş kolik burada bir hafta dayanamaz dedi. Bilmem doğrumu ama insan bazen her şeyin çok basit olmasını istiyor. Ne bileyim işte belki buralarda olmadığından meyveyi dalından koparıp yemek istiyor insan işte. Karar verdim yarı yıl tatilinde 1 hafta Şirince’de kalacağım bakalım köy hayatı nasılmış. O zamana kadar ne olur bilinmez ama şu an böyle bir karar aldım. Artık gözlerim yavaş yavaş bu yazıya veda etmemi söylüyor kapanırken. Arka fonda da Pink- Please don’t leave me şarkısı…
umarım herkes iyi bir bayram geçirmiştir. Umarım kimse zavallı kuzuları yememiştir. Umarım bu bayram hiç kuzu kesilmemiştir.
27 Kasım 2009 Cuma
Saat 3.16

Saat 3.16 ben bir susuzluk hissiyle uykudan uyandım. Su içince midem bulandı, yatağa girdim kafamda kelimeler uçuşmaya başladı o yüzden işte bu saatte uykuya ara verip bir şeyler yazıyorum. Bu gün yine delicesine korktum ölümden. Bu iyiydi bir yandan hayatı ve yaşamayı ne kadar sevdiğimin göstergesiydi kötü olansa mutlu anlarımı sürekli öleceğimi düşünerek mahvetmemdi. Merak edip duruyorum bu bana özgü mü? İnsanlar benim gibi çok muylu olduklarında hemen ölüm olayını akıllarına getirip soğuk terler dökmeye başlıyor mu? O mutlu anı bilinçaltımdan gelen bir sinyalle kendime zehretmek istercesine ‘ öleceğim, nasıl olsa toprağın altında bütün derim eriyecek ve nasıl olsa kurtlar beni yiyecek ve hayat olmayacak’ diye düşünmeye başlıyorum. Neyse bununla yaşamayı öğrendim sayılır. O anlar geçici kendime bunun aşı olmak gibi hooop diye birden biteceğini telkin ediyorum umarım gerçekten de öyle olur. O yüzdendir ki yol kenarlarında ölü hayvan görünce dayanamıyorum. Öyle cansız bedenlerin üstünden yüz kere bin kere geçip yola yapışan bedenleri beni o anı düşünmeye itiyor. O an bu suçsuz hayvancağız neler hissetti acı çekti mi diye düşünüyorum sürekli. İnsanlardan her geçen gün daha da çok nefret eder hale geldim. Her gün her dakika hayvanlara çarpıp bırakan insanlara sürekli beddualar yolluyorum umarım ve umarım bu yaptıkları iğrençliği çok ağır öder hepsi umarım hepsi uluslar arası organ mafyalarının eline düşer ve uyuşturulmadan alınan organları hayvan seven güzel insanlara ulaşır. İşte sonuç bu ki ölüm korkusundan nerelere geliyorum.
yazmaya başlamışken devam edeyim bari. Bu gün Deniz ile buluştuk. Bana İstanbul’daki çılgın hayatını anlattı. Gerçekten deliler gibi oturup dedi kodu yapmayı özlemişim. Bir anda okulla ilgili, erkek arkadaşımla ilgili tüm sorunlar, sorular aklımdan uçup gitti. Bu sefer konuştuğumuz şeylerden bahsedemem ama söyleyebilirim ki Osman arkadaştan pek hoşlanmadım hep Deniz’lerde arada gitsin sonra gelsin. İnsanların düzenini bozmasın.
Otobüste Alsancak’a giderken ‘birisi’ için bir yazı yazdım. Ama sanırım bu kişi bu aralar bu yazıyı hak etmiyor. Hasta olan bu arkadaşımıza hadi ama kanser değil sadece farenjit olmuşsun bu kadar da abartma demek istiyorum. ( nasıl olsa bu yazıdan haberi yok).
Herkese iyi bayramlar. Bayramda kurban kesmeyin, bağışta bulunun hayvanları sevin. sevin dediysek gördüğünüz her hayvanı mıncıklamak zorunda değilsiniz ama bir kap süt koysanız kapınızın önüne ölmezsiniz.
23 Kasım 2009 Pazartesi
melankoli

Hanidir hiç bir şey yazmıyorum. Sanırım bu keyifsizliğimden kaynaklanan bir durum. Aslında bazen yazıyorum, ama yazmaya değer olmadığına karar verip siliyorum. Kim bilir belki bunu birileri okur ve ya silerim.
Keyifsizim dedim boş yere değil. Kendimi hiç bu dönemde hissettiğim kadar zevksiz hissetmedim. Şu berbat Cuma günleri yüzünden tadım tuzum kalmadı. Bütün hafta güzel geçerken Cuma günü gelip saatler 13.30 u vurduğunda ne kadar yeteneksiz bir insan olduğumla yüz yüze kalıp kendimden nefret eder hale geldim. İstemediğim şeyleri yapmaya tahammül edemiyorum. Geçmişle kavgamı bitiremedim hala daha bile suçluyorum ailemi; istediklerimi yapmam için destek olmadılar. Bazen bir yere ait hissedersiniz ya ya da bazen gerçekten bir şeyde siz fazlalıksınızdır evet işte bende fazlalığım sanki kusursuz bir bütünlüğü bozan siyah koca bir leke gibi hissediyorum kendimi.
Tüm bunlar hariç bu gün ayrıca bir melankoliğim bir buçuk aydır bizimle yaşayan minik kedicik yeni bir aile buldu ve bana veda bile etme fırsatı bulamadan gitti. Bu çok üzücü sabahları ağzıma burnuma girmeye çalışan minik hiperaktif bir kedicik olmayacak. Zaten 3 tane kedim vardı ama o yarım şey gidince yokluğu hissedildi.
Moralimi yüksek tutan tek şey erkek arkadaşımla işlerin yolunda gitmesi. Her geçen gün sanki daha çok bağlanıyormuşuz gibi hissediyorum. Tabii bu yalnızca bir hissiyat belki o böyle düşünmüyordur bilmiyorum.
bu aralar New Moon ve 7 Kocalı Hürmüz’e gittim. İkisini de beğendim. Özellikle 7 Kocalı Hürmüz güzeldi zaten hep çok eşliliği savunmuşumdur. 7 güne 7 koca ama belki 365 olsa hayat daha renkli olabilirdi. Filime değinmem gerekirse danslar, müzikler tek kelimeyle harikaydı. Beni sıkan tek şey kekeme berber oldu. New Moon ise görsellik açısından beni tatmin etti. Twighlight’ın devamı olan film için nedense insanlar olumsuz eleştirilerde bulunuyor. Sanırım bu filmde Edward’a çok yer verilmemesinden.
Bu hafta sonumu sinemaya giderek değerlendirdim. Bir iki haftadır yüzüme makyaj bile yapmıyordum, sıkıntıdan her yanım sivilce doldu… şu sıralar tek istediğim yemek yemek ve uyumak. Sinema iyi geldi uzun süreden sonra tekrar içimde bir kıpırtı oldu ve tekrar ne yapmak istediğimi hatırladım. Umarım en yakın zamanda her şey yoluna girer ve umarım iyi bir bayram tatili geçiririm…
11 Ekim 2009 Pazar
Natürel Şirince

Dün bu saatlerde şirince yolundaydım. Sabah kalkmak biraz zordu çünkü tam anlamıyla akşamdan kalmaydım. Önce gitsem mi gitmesem mi diye bocaladıktan sonra gitmeye karar verdim. Evde kaldıkça uyudukça uykum gelecekti. Ve yalnız kalmak istemiyordum. Bu yüzden uyanıp hemen giyindim gece nihan bizde kalmıştı sabah bir şeyler atıştırıp hemen yola koyulduk. Geçen geziden bilgi sahibi olduğum için biraz geç gittim okula böylece hiç beklemedim yola çıkmak için. Bütün yol miğdem çok kötüydü bir gece önce içtiğim o kadar alkol ve sigara hala vücudumdaydı hissedebiliyordum. Yolda hayal kurarak uykuya daldım. Sonra mert yanıma geldi arkada muhabbet çok güzel sen napıyorsun falan dedi. Geziye gitmeden önce onu sıkı tembihlemiştim beni oralarda yalnız bırakma diye o da sağ olsun hiç bırakmadı. Ben her ne kadar istesem de muhabbete katılamadım ve uyumaya devam ettim. Gözümü açtığımda Selçuk’a gelmiştik bile. Rahat yolculuğumuzun artından ve işte Şirince’deydik. Öncelikle yemek yedik. St John kilisesine gittik. Şirince’ye gidenler bilir. Kilisenin bahçesinde çok garip bir havuz var ortasında da bir Meryem Ana heykeli. Havuzun içinde delik gibi bir yer var eğer attığın para oraya girerse dileğin kabul oluyor. Geçen sene bunu başaran arkadaşlarımız dileklerinin kabul olduğunu iddia etti bende üçüncü denememde başardım. Bence her şeyin 3 hakkı olmalı. İlk iki atışım çok deneyseldi. Dileğim kabul olursa onu da yazarım. Sonra yemek yedik karnımız doydu. Bu arada Arif’in su şişesinin aslında votkayla dolu olduğunu anladım. Arif yola çıktığımızdan beri içiyordu.yemekten kalkarken Kardelen’in çok sevdiği dağ çileklerinden almak için masadan kalktım çilek ararken bir teyze gel güzel kızım al bu tacı başına koy bir de nazar duası okuyayım sana bütün kötülükler üstünden gitsin dedi. Bende böyle şeylere meraklı olduğum için hiç düşünmeden kabul ettim. Teyze başıma yapış yapış tacı koyduktan sonra bir şeyler fısıldayıp hayatımda hiç duymadığım kadar güçlü bir geyirik salladı başıma hayatımın şokunu o an yaşadım ben teyzenin geyiriğini tutamadığını sanırken birde oldu güzel kızım bütün nazarların gitti demez mi. Şaşırdım kaldım. Teyzenin nasıl bu kadar güçlü geyirdiğine mi şaşırayım yoksa geyiriğin nazarı uzak tuttuğuna mı? Bir de başımdaki taç pis kokuyordu ki sormayın gitsin. Sonra yemek alanına geri döndüm. Bu yemeğin ardından Artemis Şarap evine gittik. Orda bir süre oturduktan sonra ben çarşı Pazar dolaşayım diye kalktım. Hediyelik magnetler, minik kedi bibloları,yağ sabun gibi şeyler aldım. Böyle natürel yerlerden bir şeyler almak beni çok mutlu ediyor özellikle de sabun ve ekmek almak.. Bağ bozumu şenliklerinden dolayı ortalık kalabalıktı. Heykel kılığında insanlar vardı her yanda. Pek araştırmadım ama hepsi bir şeyi simgeliyordu. İçlerinden en çok ilgimi gazeteden gibi kostümü olan kız çekmişti. Bu keyifli gezinin ardından arkadaşlarımın yanına döndüm. Dört saat kadar hiç susmadan yorulmadan ve sıkılmadan muhabbet ettik. İnanılmaz eğlendik. Ama hiç şüphesiz Arif kadar eğlenememiştik. Geldiğimizden beri hala içiyordu. Votkanın üstüne bir şişe şarap üç bira ve daha kim bilir neler içmişti. Bense bir bardak bile şarap içemedim gezi süresinde. Cuma günü içtiklerim beni bir hafta idare edecek gibi. Pazar sabahı bile kendimi tam anlamıyla tertemiz hissetmiyorum. Bu arada sözüm meclisten dışarı kızlardansa erkeklerle daha iyi anla anlaştığımı bir kere daha anladım. Hem insanın erkek arkadaşları çok oldukça onların dünyalarıyla ilgili daha çok şey öğreniyorsunuz. Neyse bu keyifli günün ardından eve gitme saati geldi. Dönüşte gidişte olduğundan daha çok eğlendik. Mikrofonu kapıp türküler şarkılar söyledik. Yinede bu kadar eğlensem de bazı anlar keşke burada olsaydı diye düşünmekten kendimi alamadım. Zayıflığıma yenildiğim bazı dakikalar oldu ama her gün daha az. Akşam kardelen’de kaldım onu gerçekten ne kadar özlediğimi anladım. Çok yorgun olduğum için hemen uyuya kaldım. İyi ki böyle günler var hayatımda…
9 Ekim 2009 Cuma
Ders ders ders

Uzun süredir bloguma yazmıyordum bu süre zarfında neler oldu hemen şöyle bir özet geçeyim. Erkek arkadaşım benden kesin olarak ayrıldı. Bu beni düşünmeye itti neydi sorun acaba. Benim sorunum güzel giden her şeyde sorun çıkarmaya çalışmaktı sanırım hep ilgi odağı olmak. Her insan bunlara katlanamaz tabii. Belki o da istese her şeyi yeniden kurabilirdik. Ama hiç kimse yaptığım hatalara sorunlu yapıma katlanmak zorunda değil. Bir daha sevmekten kaçmak için söylediğim her kelime birkaç gün önce beni bir jilet gibi kesti. Beni takmadığını düşündüğüm her an ilgi çekmek için söylediğim her kelimeyi meğerse dinliyormuş. Evet kesin olarak bitti dün anladım. Bu nedenle bu gün tap taze bir sabaha başladım. Hayatımı üzülerek geçiremem. 4 yıl boyunca hayatıma nasıl devam ettiysem bundan sonra da öyle olacak sanırım.
Bu sabah okula gitmedim. İçimden hiç gelmedi. Şimdiye kadar hep hayatı dolu dolu yaşayan insanlara özenmişimdir 7 gün 24 saat programı olan tiplere bir hafta bunu denedikten sonra pes ettim. Ama belki bir gün neden olmasın. Bu sıralarda Minik Mia sahip buldu onun için çok mutluyum. Artık onu seven güzel bir ailesi var umarım hayatlarının sonuna kadar hep beraber olurlar. Ölüm korkumu büyük ölçüde yendim. Çok mutlu olduğum zamanlarda ortaya çıktığını fark ettim. İnsan acı çekince acıdan olabildiğince uzağa gitmek istiyor. Ölmek istiyorum demiyorum tabii. Acılar da hayatın bir parçası. Çok güzel bir 2009 yılı geçirdim. Son ayları kötüyse ne olmuş. Ama sadece hayat mutluluktan ibaret değil bunu anladım bu yüzden ölümü de doğal bir parçası olarak kabul ettim. Dün ünlülerin gerçek yaşı diye bir yazı okudum 50li yaşlarında tek bir kırışık yok yüzlerinde... Ben de öyle olmak istedim. Çok yaşlanmadan veda etmek istedim. Kendimi hiç yaşlı olarak düşünemiyorum.
Bu ara hayat, hayat dersi kıvamında geçti. En büyük aldığım ders de artık 19 yaşımdaydım ve yaptığım her davranıştan her kelimeden sorumluydum. Artık çenemi dikkat çekme çabasıyla açmamaya karar verdim koca ağzımı kapalı tutmak ilerde başımı belaya sokmaktan kurtaracak sanırım. Ve hataları hep karşı tarafta değil kendinde de aramalısın gibi bir felsefe edindim. Bu sadece benim için değil eğer herkes hatasını kendi içinde de ararsa sorunlar çabucak hallolur bence. Ve bir şey gerçekten bittiyse bitmiştir devam etmek zorundasın bunu da iyi anladım.
Bu sırada okul başladı stüdyo dersi çok sıkıcı. Sürekli karton kesip duruyoruz. Uhu kokusu bağımlılık yaptı adeta. Ayrıca nefret edersek söylesem de arada sigara içmeye başladım. Görenler şok olsa da… Okul genel anlamda güzel hayatını dolduruyor insanın artık döner kapı buluşma noktası değil herkes merdiven altında toplanıyor. Okulda sigara içmek yasaklandı sadece arka bahçenin belirli yerlerinde içmek serbest. Yüzde yüz dumanlı hava sahasında buluşuyor herkes yani. Derslerden bahsetmeye devam edersem pek diyecek bir şey yok umarım ikinci sınıfa geçebilirim.
24 Eylül 2009 Perşembe
Üşengeç Salı

Anne uyumuyorum, uyumuyorum anne!
Alo Dağhan, ne saat kaç?
Salı gününe böyle başladım. Yataktan kalkmaya bir yandan üşenirken bir yandan da Dağhan arasa da uyansam beklentisi içindeydim. Bir yandan uykuda bir yandan uyanık. Hayal kurmaya dalsam yine uyuyacağım gibi aynen. Çocukluğumdan beri alışkanlığımdır hep hayal kurarak uyurum. Eskiden dizi gibi hayal kurardım gelecekteki halimi hayal ederdim uyuyana kadar onu düşünürdüm sonra ertesi gece o hayale devam ederdim.
Telefona koşturup uyumuyorum uyumuyorum dedikten sonra telefonda biraz kendime gelip hemen o gün için plan yaptık. Ne de olsa pazartesi günüm kâbus kıvamında geçmişti. Planımız Bir gün önceden konuştuğumuz üzere Foruma gidecektik. Fakat nerde bizde o g**. Çok üşendiğimiz için önce çıkmasak mı gibilerinden laflar etsek de en sonunda Ege Park’ta buluşmaya karar verdik. Uzun süredir konuşmadığımız için anlatacak birçok şey vardı. Telefonu kapattıktan sonra Wendy & Lucy adındaki filmin son 12 dakikasını izledim. Gerçekten izlemeye değer bir filmdi. Hemen duşa girip hazırlandım. Sonunda dışarı çıkmak diye düşündüm iki gündür bu aile tantanaları gerçekten sıkmıştı beni. Ege Parkta’ki anlamsız kalabalıktan sıkılıp e hadi Foruma gidelim dedik. Bu ara hiçbir yerde indirim olmadığı için ne kadar alışveriş yapasım olmasa da yinede Ikea’nın fırsat köşesindeki daimi indirimdeki şeylere bakmak çekici geldiği için saat 18.00 da olsa cazip bir fikir gibi geldi ve Foruma doğru yola koyulduk. Ikea indirim reyonundan hiç bir şey bulamadım. Diğer bölümleri gezdik. Odama dekoratif bir mumluk aldım. Hani şu gaz lambası gibi olanlardan. İçine daha sonra yakmadan da işime yarayacak olan elma aromalı mumlar aldım. Daha sonra Oysho’ya sürükledim Dağhan’ı asker temalı Hello Kitty’ler hariç her şeyi çok beğendim. –yine.- Almaya değer hiç bir şey bulamadım. Zaten bu hava da insan da istek bırakmıyor kışlık alsam giyemem baharlık alsam giyemem. Uzun kollu sıcak kısa kollu soğuk. Tam bir çöl havası sabahları çok sıcak akşamları baya serin. Hiç bir şey beğenemeden eve dönmeye karar verdik. Hiç bir şey beyenmemem iyi oldu çünkü kendim ödediğim kartımı aylar sonra ödedim. Ve şunu iyi anladım ki kredi kartı eğer baban ödüyorsa dünyanın en güzel şeyidir. Bu ekonomik kriz günlerinde eve taksiyle dönmeye karar verdik sonra taksiye binince otobüs durağına kadar gidip otobüse binmeye karar verdik. Taksici bu karar değişikliğimize çok kızıp o zaman baştan söyleseydiniz bu taksiye binmezdiniz gibilerinden bir şeyler söyledi. Böyle durumlarda bütün çirkefliğimi ortaya koyup OTOBÜS DURAĞINA GİDİYORUZ dedim. Adam bütün yol söylenmeye devam etti yok bu kadar yol ona gitmek yasakmış da bilmem ne! Taksiyle istediğim yere gitmek hakkım. Ayrıca yol da yürünmeyecek kadar uzundu. Neyse o uyuz taksiciden sonra mis gibi belediye otobüsüne bindik. Yol boyunca uykusuzluktan öldüğümüz için mayışmış bir şekilde birbirimize yaslanıp uyukladık. Bu uyuklama sırasında bir arkadaş öyle iğrenç bir gaz çıkardı ki kokudan ölebilirdik. Ama neyse ki elma aromalı mumlar bizi bu hayati tehlikeden bir hava yastığı misali kurtardı. Akşam önce bize uğradık. Annem bizi Foruma bırakmadığı için tripliydim. Bir hınçla pjamalarımı alıp ven Dağhan’da kalıyorum diyerek çıktım. Annem ne bu tripler gibilerinden laflar etti yok bir şey diyerek geçiştirdim. Sonra Dağhan’lara geldik. Akşam biraz bira içtikten ve herkes uyuduktan sonra Hitchcock’un en sevdiği filmini izledik. Shadow Of A Doubt. 1943 yapımı bu film Hitchcock’un en sevdiği filmi olmakla birlikte imdb’de 8.2 puanıyla en iyi 250 film arasından 188’inci. Ayrıca David Lynch’in Blue Velvet filmine de esin kaynağı olmuş. Filmden sonra ilişkilerimizden, ölümün korkunçluğundan konuşup uykuya daldık. Hayatımda böyle günler olduğu için mutluyum.
Sıkıcı Pazartesi
Pazartesi günlerini sıkıcı olmaktan hiç bir şey kurtaramaz. Yok, bayrammış seyranmış. Pazar ve pazartesi günlerinin akıl almaz bir laneti var bence. O gün kadar sıkıcı renksiz bir gün olamaz. Bir keresinde bir arkadaşım bana ‘beni bir hapse koysunlar orada günleri ayları yılları unutacak kadar çok kalayım dışarı bıraksınlar sonra eğer o gün pazarsa hemen anlarım’ demişti. bence bu pazartesi için de aynen geçerli. Şimdi düşününce çok da haklıymış. Erkek arkadaşımla ilişkim de Pazar günü kadar monoton. Nasıl Pazar günü haftanın 7 gününden biriyse ve çıkartamazsak benim ilişkimde böyle onunla da onsuz da yapamıyorum. Sıkıcı Pazartesi gününde bütün gün evde oturdum. Akşamüstüne doğru dikiş kutusunda bulduğum kot kumaşından çanta dikmeye karar verdim. Sonra bunun ne sıkıcı bir heves olduğuna karar verip bıraktım. Pazartesi günü daha boş olamazdı. Neden pazar ve pazartesi bu kadar iğrenç olmak zorunda?
21 Eylül 2009 Pazartesi
Bu gün bayram

Bayram sabahına uyanmak bir işkenceydi benim için. İlk kez bir bayram sabahı bu gün bayram erken kalkın çocuklar şarkısını söylemedim. Gece doğru düzgün uyuyamadığım için bir süre ayakta uyumaya devam ettim. Ama bu gün bayramdı ve erken kalkmak zorundaydım. Her zamanki bayram geleneği bozulmayıp Anneanneme kahvaltıya gittik. Bu geleneği seviyorum doğrusu. En sevdiğim aile fertlerimle bir arada olmak çok eğlenceli. Kuzenimle biraz dedikodu yaptık. Çok neşeli bir kahvaltı yaptık. Anneannem yine döktürmüştü. Çok yaşa AYŞE! Son derece eğlenceli bir sabahın ardından öğlene doğru halama gittik. Halamla birlikte olmakta eğlenceliydi. Doğal tavırları ve sohbetiyle bizi yine gülmekten kırıp geçirdi. Yalnız yeni uyanmış olduğu için biraz huysuzluğu tepesindeydi. Babamın telefon açması üzerine Manisa’daki amcasını görmeye gittik. Bu cazip bir teklifti çünkü tek seferde bütün aile birbirini görüyordu. Sanki herkes sözleşmiş gibi her bayram babamın amcasında buluşuyoruz. Halamlarla beraber Manisa’ya gittik. Gerçektende bazı eksikler olsa da ailenin çoğu oradaydı. Asıl çokluk yemek hazırlanacağı sırada ortaya sayılarla döküldüğünde hepimiz şok geçirdik. Tam 32 kişi beraberdik. Ve gelmeyen akrabalarımızda vardı. Kalabalık aile diye ben buna derim. Çok güzel bir mangalın ardından ben koltukta biraz şekerleme yaptım. Sonra dönüp tekrar halama uğradık orada da bir çay içtikten sonra evimize geldik. Okuyunca az şey yapılmış gibi görünse de evden sabah on gibi çıkıp akşam on bir gibi döndük. Çok yoruldum. Ama yine de blogumu ihmal etmeyip yazmak istedim. Eve gelir gelmez Mia’nın darma dağın yaptığı odamı temizledim. Diğer kedilerim geçimsiz olduğu için yeni ailesi alana kadar benim odamda yaşamak zorunda ve bu onu sıkıyor. Bütün gün yapacak bir şey bulamayan minik şeytan hadi şuraları bir mahfedeyim diyor sanırım. Klasik bir bayram gününün adından şimdi film izleme vakti. Deniz’den aldığım filmlerden izlemek istiyorum. Filmleri seçerken fark ettim ki seyircinin yüz karasıyım. O kadar sinemasever olduğumu iddia edip izlenmesi gereken bir çok filmi izlememiş hatta adını duymamış olduğum için kendimden utandım. En azından bütün önemli filmlerin izlenmesi gerektiği kanaatine vardım. Yarına gezecek yer kalmadığı için mutluyum. Arkadaşlarımla buluşup dedikodu yapabilirim…
Cumartesi

Cumartesikediye benzetmesiyle erkenden uyandığım doğru. Annemin yazıklar olsun cık cık cık sözler, ne aldırış etmemeye çalışıp uyku modundan çıkmama gayretlerime karşılık yinede annem bak sokağa atmışlar gördün mü gibi bir sürü şey söledi başımın ucuna gelip. Sonra annem o hasta kediyi bir şekilde yakaladı. Sonra beni tekrar uyandırıp bak bu o kedi değimli diye sordu. O tedavi ettirdiğimiz kedi değildi. Annem ısrarla o olduğunu iddia etti. ben yine yatağa girdim. Sonra annem yine başıma gelip o kedi o kedi dedi. Diğer kedi şuanda kaldığı evde balkondan atlayıp bacağını kırmış şuanda bacağında platin var anneme uyku sersemi veterinere plaketi sor palmiyeyi sor dediğimi hatırlıyorum. Bu fikrimden annem tatmin olmuş olacak ki beni rahat bıraktı. Annem gittikten bir süre sora biri kapıyı çaldı. Sema Sema diye de bağırdı üstüne üstlük. Zaten bir gece önce bütün enerjimi harcayıp geç uyuduğumdan o kimli belirsiz insana cevap vermedim. Erken uyanma hayallerim suya düştükten sonra bayram alışverişi bahanesiyle akşam Alsancak’a indim. Biraz alışveriş yaptıktan sonra Deniz’le buluştuk. Ben o sırada yemeğimi bitirdikten sonra kalkıp beğendiğim ama birinin fikrine ihtiyaç duyduğum şeyleri Deniz’e gösterdim. Deniz’in onayını alamayan ceket ve elbiselerle olan münasebetim oracıkta bitiverdi. Fiesta’da kahve falı baktırmaya gittik. Fala inanan bir halim olmasa da kadının dediği her şey harfi harfine doğruydu. Bu arada gerçek anlamda harflerle konuştu kadın ilginç olan da buydu. Blogumu okuyan herkese Hayalbaz’ın yanındaki Fiesta’da Sevgi Hanım’a fal baktırmasını tavsiye ediyorum. Oradan kalkıp Stafilina’ya gittik. O sırada erkek arkadaşımla soğuk bir telefon konuşması yaptık. Bu aralar nedense bir türlü ısınamadık gitti zaten. Deniz’le tatlı tatlı sohbet ettik ama onun aklının başka yerde olduğu gözleriyle etrafa bakınmasından belliydi. Yinede her dediğimi bir kulağıyla dinledi. Daha sonra kalkmaya yakın Burak geldi. Bir anda nedeni belirsiz (!) bir durumdan dolayı Deniz’in morali bozuldu. Deniz’e bir an önce İstanbul’a gitmesini ve sıkıntısının geçmesini tavsiye ediyorum Onun ilacı orada . Cumartesi gecesi planı yapma heveslisi değildim. Nede olsa ertesi gün bayramdı ve erken kalkacaktım. (Deniz İstanbul’a gideceği için üzülüyorum aslında onunla sohbet etmekten çok keyif alıyorum doğrusu. Deniz İstanbul’a döndüğü her sefer Alsancak’a indiğimde aklıma gelip dur bir Deniz’i arıyım derim ama onun burada olmadığı aklıma gelir ve içim burulur.) Pek bir sakin akşamın ardından elimde mutluluk torbalarımla eve döndüm. Bütün gece yarın erken kalkacağım stresiyle uyuyamadım. Saat en son 5ti ve ben hala uyanıktım. Yatağın içinde dönüp dururken yorgunluktan sızıp kalmışım.
Cuma

Birkaç gündür bloguma yazamıyorum bu nedenle yazamadığım günleri bir arada çıkarmaya karar verdim. Cuma günüm çok güzeldi. Alsancak’da akşam yedi gibi ece ben ve Burak buluştuk Levantes’de ki harika bir yemeğin ardından star Bucks’da bir şeyler içtik. Ne yapsak ne yapsak diye düşünürken, Boombox’ın açılış gecesi olduğu geldi aklımıza. Bütün kışı orada geçirdikten sonra e açılış gecesini kaçırmakta olmazdı. Boombox’ın iç dekorasyonu komple değişmiş çok güzel olmuş. Bu kış yine favori mekânımız olacak gibi bir havası vardı. Bu arada kızlarla buluşma noktamız olan Posh kapanıp yerine Pizza5 diye bir yer açılmış. Bu yüzden artık yeni buluşma noktamız adından bahsettiğim Levantes. Çok güzel bir İtalyan restaurantı. Nu dip nottan sonra gecemizi anlatmaya devam ediyorum. Boombox’da uzun süredir görüşemediğim arkadaşım Gizem ile karşılaştık. Bütün gece bir o masada bir bu masada dolaştı. Doğrusu çok güzel bir Cuma günüydü. Baby ass ve Fred perry guy’ı gördük. Ben Gargamel’i görürüm umudundaydım ama maalesef o orada değildi… Bu arada sanırım yine aynı gün erkek arkadaşımla barıştık. Aramız hala soğuk olsa da en azından hala ‘sevgili’yiz. Burak ve Ece bütün gece sıkılmış gibi dursalar da en azından Ece eğlendi bence. Onlar geceyi erken bitirerek eve döndüler. Bunun ardından biz Deniz’le yukarı çıkıp biraz dans edelim dedik. Şunu bir kere daha anladım ki içmeden dans edilmiyor. Ayık kafayla yapılan bütün gece aktiviteleri gülünç olmaktan öteye gidemiyor bence. Ben ve Gizem gece 2 otobüsüyle eve döndük. Gizem’in inanılmaz derecede kafası güzeldi. Eve dönerken bir markete uğrayıp sigara almak istedi ama gülmekten derdini pekte anlatamadı. Otobüs durağına gittik bu sefer karnım acıktı diye homurdanmaya başladı. Kendisi konuşmakta güçlük çektiği için almak istediklerini bana söyledi ben aldım. Gece o saatte ilk kez otobüse bindim. Çok garipti doğrusu. Zaten gece 2’de otobüse binen adamlardan ne beklersin. Otobüs adeta sarhoş toplama servisi gibiydi. Dönerken yol boyu bir kıza baktım. O kız bütün gece Boombox’da çocuğun birine elektronik dans yapmıştı. İnanılmaz sarhoş olduğu her halinden belliydi. Gözleri ağlamış gibi yaşlıydı. Kızın haline üzüldüm bir ara aklımdan mutsuz görünüyorsun neyin var demek geçtiyse de bunun yersiz bir samimiyet olacağını düşündüm. Otobüs Karşıyaka’ya geldiğinde sahilde uzun süre bekledi. Gizem otobüs burada mola veriyor on dakika falan bekliyor bak herkes sigara molasına indi dediyse de bana pek inandırıcı gelmedi. Çok saçma 15 dakikalık yolda ne gibi bir sigara molası olabilir diye düşündüm. Hadi inip kokoreç yiyelim ısrarlarından vazgeçmesi için o saatte yediğimiz her şeyin vücudumuzda yağ olarak yapışıp kalacağını falan uzun uzun anlattım. Asıl korkum otobüsü kaçırmaktı bu bomboş sokaklarda hiçbir güç beni eve gelmeden indiremezdi. Birkaç dakika sonra inen herkesin geri binmesi Gizemin mola iddiasını doğruladı. Hala algıda güçlük çeksem de evet 2 otobüsü Karşıyaka’da sigara molası veriyor ne kadar gülünç olsa da. Sonunda ineceğimiz yere geldik. Gizem’in daha yolu vardı ve otobüs tam evinin orada durmuyordu. O sırada her şeye gülen arkadaşıma bulunduğum teklifi kabul ederek bizim evin orada indi. Hemen ordaki taksi durağından onu taksiye bindirdikten sonra eve geldim. O kadar yorgundum ki hemen uyudum. Cuma günü güzel ve eğlenceliydi. Keşke her gün Boombox’ın açılışı olsa.
18 Eylül 2009 Cuma
sıradan bir gün
Balkon hayatına son veren Mia odamda tahtının sefasını sürüyor. Dün gece bana uyku uyutmayan hanımefendi oldukça hiperaktif ve henüz bir süt kedisi.bölük pörçük uykumun ardından öğlen 3 sularında uyandım. Kardelen bize geldi. Bir kahvaltının ardından dışarı çıktık okul alışverişi yapıp ardından güzel bir yemek yedik. Hızımızı alamayıp dahada bir şeyler almak için Boyner’e gittik. Okul alışverişi yapmak eylül ayının en güzel yanı doğrusu. Her yeni defter kalem aldığımda dersler bir an önce başlasın istiyorum. Yeni bir şeyler almak motivasyon için bire bir. Bu yazıyı yazarken bir yandan Mia’nın türlü türlü tacizlerine uğruyorum dişlerinin kaşıntısını benim kolumla gidermeye çalışıyor. Bu güne geri dönersek kayda değer bir şey olmadı. Sıradanlığı sıkacak kadar sıradan bir gündü.
17 Eylül 2009 Perşembe
güzel 1 gün

Sabah 1 sularında arkadaşım tarafından uyandırıldım. Güne başlamak için pek iyi bir yol olmasa da arkadaşımın ailesiyle halletmesi gereken işleri olduğu için erkek arkadaşıyla ben vakit geçirdim. Bir hafta kadardır bahçemde yaşayan Mia’yı eve aldım. Berke’yle onu yıkadık. Mis gibi şampuan koktu. Daha sonra ona kum ve kumluk aldık. Akşam buluşmak için kızlarla sözleştim. Doğum günümde yanımda olmadıkları için kızgındım ama bu gün yaptıkları ince davranış her şeyi affettirdi. Onları çok seviyorum. Düşüncesinden kaçtığım şey bazen aklıma gelse de arkadaşlarım eğlenmem için her şeyi yaptılar. Diğer arkadaşlarımda mesajlarını eksik etmediler. Bundan da sevgililerin ne kadar geçici ama arkadaşlıklarınsa ne kadar kalıcı olduğu sonucuna bir kez daha vardım. Yine de gözümü telefonuma takıldı arada. Olmayan mesaj sesleri falan duydum. Ece ve duyguya bu inanılmaz doğum günü sürprizi için minnet doluyum. İyiliklerin ve sevgilerini bir kez daha göstermiş oldular. Okulun başlamasını dört gözle bekliyorum. Her ne kadar bütün dersler erkenden başlasa da kızlarla oturup milleti çekiştirmeyi özlediğimi fark ettim. Bu harika günü zaten zengin olan bayan mükemmel saçı daha da zenginleştirerek bitirdik. Tatlı sohbet, müthiş hediye, bu güzel sürpriz ve prenses pastam için loveshitlerime sonsuz teşekkürler.
16 Eylül 2009 Çarşamba
09/10 sonbahar kış

Bir kaç edindiğim izlenimi aktarmak istiyorum bu sonbahar kış modasına dair. Gezdiğim mağazalar arasından en güzel koleksiyona sahip olan mağaza Zara'ydı. Her sezon olduğu gibi yine bu sezon da çok güzel şeyler buldum. Kalitesini oldukça düşük bulmama rağmen iki yıkamada elimde kalmasına hatta t-shirtleri durduğu yerde yırtılmasına rağmen bence koleksiyonun güzelliği ve kullanılabilirliği kendini affettiriyordu on üzerinden yedi verdim. Bu sezon herkesten Mango'nun kış sezonunun çok güzel olduğunu duydum gidip gezince bu insanlar çıldırmış olmalı dedim çünkü benim için Mango bu sezon en fazla on üzerinden üç aldı. Gap'te her zamanki gibi elle tutulur bir iki parça şey buldum. Bunlardan birisi uzun dümdüz bir hırka diğeri de erkek boxerıydı. Lakin hediye alabileceğim bir sevgilim bile olmadığı için hiç bir şey almadan Gap'ten ayrıldım. Carnavale'da Miss Sixty'nin harika bir elbisesini beğendim ürünler henüz raflara konma aşamasında olduğu için her şeyi inceleme fırsatı bulamadım. Yargıcı'nın dantel detaylı kolyeleri harikaydı. Bu kadar gezinmeme rağmen blazer ceket bulamamam işin ilginç yanıydı doğrusu.
Kış geldiği için çok mutluyum. Umarım bu kış bu yazıyı okuyan okumayan herkes soğuklarda birlikte ısınabileceği bir sevgili bulur.
Sabah 9

Bu sabah erkenden uyandım. Huzursuz bir uykunun ardından. Beynimde kaçmaya çalıştığım onca düşünceyle uyandım. Erkenden arkadaşımın kan testi için polikliniğe gittik. Bilindik hastane kokusunda ve sabahın sessizliğinde huzursuzca bekledik sıramızı. Arkadaşıma destek olmak için içeri girdiğimde hemşire ters bir tavırla beni dışarı yolladı. Kan olayından sonra boş Alsancak sokaklarında dolaştık saat 10u geçmesine rağmen sokaklar bomboştu. Güzel bir kahvaltı ettik. Arkadaşım tuvalete gittiği sırada tavan vantilatörüne daldı gözüm. 'dünya ölümü beklemek için harika bir yer' diye düşündüm. Her şey o günü hatırlatıyor nedense bana. Mobilyalar bile benden uzun ömürlü dedim. Kim bilir ben öldüğümde bu masa nerde olur bu eşyalar kıyafetlerimi kimler giyiyor olur diye düşündüm. Son 2 aydır kendini gizlice saklayan ölüm korkum tekrar fırladı. en zayıf anımda yine yakaladı beni. bu sefer korkmadım o kadar yüzüne bakarken. Alt tarafı hiç uyanmamak üzere uyumak dedim. Herkesin seninle öldüğünü biliyorsan sorun yok. Biraz yağmur çiseledi arkadaşımın hep dediği gibi ıslanmadığın sürece yağmuru izlemek gibisi yoktu gerçekten de. Gri bir sabahtı. Havada bir hüzün vardı sanki. Ya da benim burukluğumdan kaynaklanıyordu cevapsız bir soru. bir kaç mağaza gezdikten sonra evlere gittik. Arkadaşım benimle yanlış(!) otobüse binmemem için bekledi. Boş gözlerle yolu takip ettim. o kadar dalmışım ki bir an ineceğim durağa geldiğimi fark ettim aceleyle bir bayanın bacağını ezdikten sonra dışarı attım kendimi. en güzel şey duş alıp rahatlamak deyip duşun altında durdum uzunca bir süre. Sonra uyudum. bu günü olanlara anlam vermekle değerlendirdim. Saat çok geç olsa da artık her şeyi anlayabiliyorum.
Donuk ama mutluyum.
Tek Kişilik Oyun

2 aylık ilişkimin bitişi ardından bir garip ruh hali sardı beni. İyiden iyiye anladım bu sefer; tek kişilik oyun benimkisi 2. kişiye yer yok. Ama hala umutluyum gece uyurken bile beni özleyecek benim için yolları dert etmeyecek beni tutup kolumdan sürükleyecek birileri bu dünyada beni bekliyor.
Umarım O’nun için de aynısı geçerlidir. Zira sevmeyi ve sevilmeyi hak eden biriydi. En sevdiğim kişi değilse de en özel kişiydi benim için… Her gördüğümde sımsıkı sarılıp ‘ ne olur bırakma beni’ dediğim kişiydi içten içe. –o hiç duymasa da bilmese de- en çok yanağındaki benini sevdiğim kişiydi ve -gerçekten gülümsediğinde- gülüşünü sevdiğim kişiydi. Acemice telaşını ciddiyetini erken olgunlaşmışlığını sevdiğim kişiydi. Hep onda özel bir yerim olsun istediğim kişiydi. Her an bunun gerçek olmayacağını bilmeme ramen. Asla onun için ‘en’ olamayacağımı bilsem de umut etmekten vazgeçmediğim biriydi. Sadece hayatımın 2 ayı değil bütün geçmişimdi o kişi.
Bunları aşmış olmanın ya da en azından denemenin zorluğunu çekiyorum. İnkar yoluna gitsem de yüzüne gülsem de gerçekten acıtıyormuş. Hala yaşadığımı hatırlattı ama.
Anladım ki insanları seni sevmiyor diye ya da en azından senin beklediğin şekilde değil diye suçlayamazsın. İletişim yoksa her şey bitmiştir zaten ne yaşarsan yaşa arkasına saklanmak olan gerçekleri değiştirmez.
Anladım ki ilişkilerde iki tarafta birbirini olduğu gibi kabul etmeli değiştirmeye çalışmak bir işe yaramadığı gibi yıkıcı bir şey. Aslında söylenecek pekte söz yok.
‘bitti zor oldu ama bitti yapamadım ‘benim’ başka bir kalbi’.
25 Nisan 2009 Cumartesi
aşk üstüne

Çevremde uzun süredir ilişkileri olan insanlar var. Bu gün anladığım bir konu üzerine yazmak istedim bende… Kendi gözlemlerime dayanarak ilişkileri dört kategoriye ayırdım. İlk olarak ve en yaygın olan iki kişilik ilişki, ikincisi ve en az birincisi kadar yaygın olan platonik ilişki, üçüncüsü çok kişili ilişki ve son olarak da narsist ilişki.
Bunları açacak olursak;
birinci gurupta yer alan insanlar genelde çevremizde sevgi tomurcukları ailemizin şirinlik muskası şeklinde gezen tipler. Bu arkadaşları anlamıyorum –ki genelde hepsini ayrılığa teşvik etmeye uğraşıyorum.- Arkadaşım üç beş yıldır sevgiliyiz ne demek? Sıkılmaz mı insan her gün aynı yemeği yemekten kaldı ki arada kaçamak bile yapsan sıkılırsın. Tabii bu benim naçizane fikrim. Bu arkadaşlara bu fikri açınca âşık olunca görürsün diyorlar. Bakalım âşık olursak görürüz artık…
İkinci gruptaki yaygın ilişki şekli –ki buda ilişki sayılmaz tabii- platonik. Açacak olursak birini görüyoruz beğeniyoruz seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli diyoruz. Selam bile vermeden isim öğrenmeden yaşanan en tatlı duygulardır bence. Çünkü kendini yormazsın. Görünce gözüne hoş gelen bir figürandır hayatında sadece. Bana kalırsa herkes platonik severse dünyada paranoya diye bir şey kalmaz. İlk kategorideki arkadaşların da en büyük hastalığıdır bu. Aramadı iki dakika geç cevap attı aldatıyor mu vs vs. kısaca dertler silsilesi. O yüzden platonik bir şekilde hiç açılmadan sevmek en güzeli bence.
Üçüncü gruptaki ilişki tarzı bence cılkını çıkartmadıkça renkli olabileceğini düşündüğüm bir ilişkidir. Her gün aynı yemek yenmez diyenler bence çok kişili ilişkiyi denemeli. Bilmiyorum beklide böyle bir kategori bile yoktur ama herkes aynı anda iki sevgiliye sahip olsa dörtlü falan gezseler ama herkes birbirini eşit derecede sevse ayrım yapmadan eğlenceli olabilirdi birbirine âşık arkadaş grubu gibi... Sanırım bu kategori en çok erkeklere ait ya da erkekler arasında daha yaygın desek daha doğru olur. Sanıyorum ki sıkıcı evliliklerin çözümü bu ilişkidir. Evlilik hayatının katı disiplininden sıkılan erkek eğlenceyi bu yolla bulabilir. Bence erkekler buluyorsa kadınlarda bulsun geri kalmasın derim.
Dördüncü gruptaki ilişki kendinle ilişki. Buda artık narsistlik oluyor tabii. En çok takdir ettiğim ilişki çeşididir. Hayatta kendi başına sapa sağlam kalacak insanlar bana göre bu kategoridendir. Kendine aşık insan ayna başında saatlerini geçirebilir. Duşta saatlerce kendini ovalar, bakımından eksik kalmaz kısacası sevende sevilende O dur. Dünyada ondan önemli hiç bir şey yoktur. Bu kategorideki arkadaşları tebrik etmek isterim.
Bu kadar kategoriye ayırıp üstünde düşündüm ama ben hangi kategorideyim bulamadım. Hepsinden biraz galiba… Hiç iki kişilik bir ilişki yaşamadım, bilmiyorum. Birini kendimden çok nasıl severim bilmiyorum. Daha doğrusu nasıl sevilir onu da bilmiyorum. Düşününce çok kişili bir ilişki zevkli olabilirdi ama o zamanda kıskanç kişiliğim ortaya çıkardı ve yine her şeyi mahvederdim. Kendimle aram iyi ama bazen yalnız hissettiriyor. Sanırım biraz kendimle biraz da platoniğim. Hiç bilmediğimden belki karşılıklı sevmek nasıl bir şey beklide beni seven kimseyi sevemediğimden ikisinin ortasında bir yerdeyim. Neden biri beni sevince ondan soğuyorum bilmiyorum. Ya da gerçekten ilgi duyduğum kişilerden mi karşılık alamıyorum ya da çok narsistim de kendimi başkasından mı kıskanıyorum bilmiyorum tek bildiğim bu konunun çok karmaşık olduğu ve genelde insanların ilgiyi hissettikleri an soğuduğu. Bence ilişkileri istediğimiz kadar kategoriye ayıralım üzerinde testler yapıp bilimsel gerçeklere ulaşalım yinede ilişkiler kendi özel yapılarına sahip ve onları çözmek hiç de kolay değil…
20 Nisan 2009 Pazartesi
Dostumla geçmişe yolculuk...

Çocukluğumuzu şarap şişeleri, zeytinli kurabiyeler ve Kordon günleri özetler...
İstanbul’dan dostumla çok eğlenceli bir gün geçirdim. İzmir klasiği Alsancak’ta dolaştık. Hayat üstüne sohbet ettik uzun süre ardından kordonda yürüdük. Güneşin batışı biraz huzur ve biraz hüzün verdi. Sanki çocukluğumuzun hayaletleri orda ucuz şaraplarla sarhoş olmuş duruyordu. Sanki henüz Deniz ölmemişti. Daha az düşünür daha çok konuşurduk bizi inciten şeyler de bir o kadar saçmaydı sanki. Daha dün yaşımızı büyütürken şimdi daha bir yaş daha almamıza çok uzun zaman var diye kendimizi kandırırken bulduk kendimizi.
zamanda yolculuk yapıp bizi izlemek istedim bir an. Çocuk olmanın verdiği sarhoşluk. Oldum olası alışamadım değişikliğe belki ondan her limanda uzun uzun demir atmam. Yolculuk vakti geldiğinde de daha güvenli bir yer olmadan ayrılamamam da belki bundan. Eskiden dolaştığımız sokakların taşları değişmiş, dükkanlar el değiştirmiş atölyesinde en güzel anılarımı geçirdiğim logos kapanmış. Bir zamanlar aşık olduğum Deniz ölmüş. Belki bundan ölümden korkmam. Etkilenmediğimi gösterdiğim her an uzakta bile olsa etkilendim belki ölümden. Hiç tahmin edemezdim büyümek zorunda olduğumu hiç tahmin edemezdim büyümenin bu kadar sancılı ve ağrılı bir şey olduğunu. Hep geçmişte takılıp kalacağımı hayal bile edemezdim. Önüme baktığım da doğru ama bir yerde her şeyi hatırladıkça burnumda bir sızı hissediyorum. Bazı şarkılar var duyduğumda o zamanları hatırladığım bir de defterim var gün be gün notlar yazdığım konser biletleriyle çar çöple dolu defterim.
Dostumla şöyle bir turladıktan sonra hatıralarımızı tazeledikten sonra şimdinin sıradanlığına dönüp ayrıldık. Mutluyduk değiştiğimiz için her değişim bizi gerçek bize götürdü her değişimde biraz daha oldunlaştık tanıştık kendimizle. Ama değişim başka şeyleri de getirdi... Biliyorum dertlerimiz çok farklı şimdi o düşüncesiz çocukluk günleri geride kaldı. Biliyorum istemeden büyüdüm ve yaptığım her şeyden ben sorumluyum.
16 Nisan 2009 Perşembe
İnsanlık
İnsanlığa olan nefretimi yazmadan devam edemiyeceğime karar verdim. İnsanlığı tasvir etmek istiyorum. Ellediği herşeyi bozan, çirkin, çirkinliklerini örtmek için kıyafetler giyen kokular süren yüzlerini boyayan iğrenç varlık insanlık. Biz insanlar olmadan ne kadar da güzel uyumlu bir yer olurdu dünya? Bir dakikalığına düşünelim hangi hayvan ihtiyacı olmadığı halde sırf eğlence olsun diye başka bir hayvanı avlıyor. Hangi hayvan kendi ürettiği kağıtları hayatın merkezi yapıyor. Daha bir çok farklılık var dostlarımızla aramızda! O kadar gülünç durumdaki insan oğlu. Kedilerin nankör olduğunu söyleyen insanları bulmak ve onlara sormak istiyorum; siz olsaydınız sizi döven tecavüz eden çeşitli işkenceler ederek eğlenen insanoğlunu severmiydiniz... Evet insanlara öyle büyük öfke duyuyorum ki! Bencil olduğum için mutluyum!
Nefretimin boyunutu şöyle açarak olaya farklı bir boyut katmak istiyorum; elbette benim de hayatta sevdiğim insanlar var. İçinde güzellik olan insanlar... Nasıl ki bilmemneleri sevmiyorum deriz (amerikalı, alman, italyan yada nereli olrsa olsun işte) ama bireysel olarak birini tanıyınca sevebiliyoruz o çeşit bir nefret benimki. Baktığımda ırkımıza kendini kaybetmiş olduğunu görüyorum. Televizyon izlemiyorum çünkü gözümü kapattığımda, kulağımı tıkadığımda hala iyi bir dünyada yaşadığını sanan o küçük aptal kız olmaktan mutluyum. Savaşlar umrumda değil, ölen insanlar, cinayetler dünya umrumda değil. Neden yaşıyorum o zaman? Bunu bende bilmiyorum tek bildiğim yinede güzel insanlar olduğu kendilerinden başka bir dünya olduğunun farkında olan ve buna saygı duyan insanlar olduğunu bilmek benim için burayı yaşamaya değer kılıyor.
Sonra genele baktığımda anlayışsızlık görüyorum, insanlar birbirinin düşüncelerine, dinlerine seçimlerine, cinsiyetlerine, ekonomik durumlarına, renklerine, dillerine, kıyafetlerine saygı duymuyor! Bazen kendimden de nefret ediyorum çünkü bu korkunç insanlık virüsü beni de ele geçiriyor bende hatalar ve saygısızlıklar yapıyorum, ama önemli olan kabul ediyorum. Herkes biraz at gözlüklerini çıkarsa; dünyada bizim gördüğümüzden başka bir dünya daha olduğunu görseler daha güzel bir yer olabilirdi burası. Ozon delinmiş sular bitmiş olmazdı belkide. Dünyada kocaman delikler açıyor olmasaydık bizi etkileyen parlak değerli taşlar bulmak için kendi ırkımızdan olanların ölmesini engelliyebilirdik belkide. Kendi ırkımıza saygı duymadığımız gibi; sadece bize ait olmayan bu dünyayı ilk var olduğundan beri sahip çıkan hayvanlardan da çalıyoruz. Onların havalarını yaşama alanlarını sularını pisletiyoruz.
Bazen yolda yürürken anneler görüyorum içinde hiç bir kötülük taşımadan dünyaya gelen çocuklarına nasıl da kötülüğü aşıladıklarına şahit olmak annelerden de nefret etmemi sağlıyor! O hayvana elleme pis mikrop kaparsın vs. Pis olan biziz onlar değil dünyayı pisleten de hastalıkları üretende kaynakları tüketen de biziz.
Kapınıza bir tas mama ve bir tas su koymak bu kadar da zor olmamalı. Onların konuşma yetenekleri olmadığı için onlara kötü davranmamalıyız.Kimse sizle beraber olmak istemeyince onlara tecavüz edemezsiniz! Onlar oyuncak ya da denek değil! Zevk için avlamayazsınız!!!!
Hangi hayvan bizim derimizi canlıyken biz yüzüp şık göründüğünü sanarak giyiyor? Hangi hayvan henüz doğmamış bebeğimizi rahmimizden çıkarıp kürkünü satıyor düşünün insanoğlu -çok sevgili insan ırkı(!)- bu kadar dünyasına sahip çıkan iyi bir tür! Nasıl bir mutasyona uğradık bilmiyorum ne çeşit bir manyaklığın etkisindeyiz onuda bilmiyorum tek dileğim en yakın zamanda insanların daha duyarlı ve anlayışlı olması ve dünyayı biraz daha yaşanır hale getirmesi... Neyse gelin şuna ütopik hayalim diyelim...
Nefretimin boyunutu şöyle açarak olaya farklı bir boyut katmak istiyorum; elbette benim de hayatta sevdiğim insanlar var. İçinde güzellik olan insanlar... Nasıl ki bilmemneleri sevmiyorum deriz (amerikalı, alman, italyan yada nereli olrsa olsun işte) ama bireysel olarak birini tanıyınca sevebiliyoruz o çeşit bir nefret benimki. Baktığımda ırkımıza kendini kaybetmiş olduğunu görüyorum. Televizyon izlemiyorum çünkü gözümü kapattığımda, kulağımı tıkadığımda hala iyi bir dünyada yaşadığını sanan o küçük aptal kız olmaktan mutluyum. Savaşlar umrumda değil, ölen insanlar, cinayetler dünya umrumda değil. Neden yaşıyorum o zaman? Bunu bende bilmiyorum tek bildiğim yinede güzel insanlar olduğu kendilerinden başka bir dünya olduğunun farkında olan ve buna saygı duyan insanlar olduğunu bilmek benim için burayı yaşamaya değer kılıyor.
Sonra genele baktığımda anlayışsızlık görüyorum, insanlar birbirinin düşüncelerine, dinlerine seçimlerine, cinsiyetlerine, ekonomik durumlarına, renklerine, dillerine, kıyafetlerine saygı duymuyor! Bazen kendimden de nefret ediyorum çünkü bu korkunç insanlık virüsü beni de ele geçiriyor bende hatalar ve saygısızlıklar yapıyorum, ama önemli olan kabul ediyorum. Herkes biraz at gözlüklerini çıkarsa; dünyada bizim gördüğümüzden başka bir dünya daha olduğunu görseler daha güzel bir yer olabilirdi burası. Ozon delinmiş sular bitmiş olmazdı belkide. Dünyada kocaman delikler açıyor olmasaydık bizi etkileyen parlak değerli taşlar bulmak için kendi ırkımızdan olanların ölmesini engelliyebilirdik belkide. Kendi ırkımıza saygı duymadığımız gibi; sadece bize ait olmayan bu dünyayı ilk var olduğundan beri sahip çıkan hayvanlardan da çalıyoruz. Onların havalarını yaşama alanlarını sularını pisletiyoruz.
Bazen yolda yürürken anneler görüyorum içinde hiç bir kötülük taşımadan dünyaya gelen çocuklarına nasıl da kötülüğü aşıladıklarına şahit olmak annelerden de nefret etmemi sağlıyor! O hayvana elleme pis mikrop kaparsın vs. Pis olan biziz onlar değil dünyayı pisleten de hastalıkları üretende kaynakları tüketen de biziz.
Kapınıza bir tas mama ve bir tas su koymak bu kadar da zor olmamalı. Onların konuşma yetenekleri olmadığı için onlara kötü davranmamalıyız.Kimse sizle beraber olmak istemeyince onlara tecavüz edemezsiniz! Onlar oyuncak ya da denek değil! Zevk için avlamayazsınız!!!!
Hangi hayvan bizim derimizi canlıyken biz yüzüp şık göründüğünü sanarak giyiyor? Hangi hayvan henüz doğmamış bebeğimizi rahmimizden çıkarıp kürkünü satıyor düşünün insanoğlu -çok sevgili insan ırkı(!)- bu kadar dünyasına sahip çıkan iyi bir tür! Nasıl bir mutasyona uğradık bilmiyorum ne çeşit bir manyaklığın etkisindeyiz onuda bilmiyorum tek dileğim en yakın zamanda insanların daha duyarlı ve anlayışlı olması ve dünyayı biraz daha yaşanır hale getirmesi... Neyse gelin şuna ütopik hayalim diyelim...
Acı

Bünyeme alışık olmadığı bir diyet uyguluyorum şu sıralar. Son bir yıldır kalbim acımıyor… Neden acı çekmiyorum; neden kimseyi sevemiyorum? Beklide bütün kalp acılarımı tükettim beklide kendi kanımı emip doydum. Kana doymuş bir vampirim belki de…
Bir yandan da şu ölüm korkum… Her an her saniye saatin sesini duydukça özellikle nerde nasıl ne zaman kaç yaşında hayatın hangi noktasında öleceğimi merak ediyorum. Ve o küçücük tabuta konduğumda neleri ne kadar yapıp nelerin yarım kalacağını derimin ne kadar buruşuk vücudumun ne kadar yorgun ya da ne kadar taze olacağını. Bazen o kadar korkuyorum ki ölümden o anda ölmek istiyorum. Tıpkı diğer hoşlanmadığım şeylerle hemen karşılaşıp bitsin istediğim gibi. Beklide silahı alıp beynimi dağıtmalıyım. Beklide kutu dolusu ilaç içip kafama torba geçirmeliyim. Belki gazı açık bırakmalı ya da kulağıma cıva damlatmalıyım. Acımın derecesini önceden bilmek isterim acımın derecesini ayarlamak isterim. Eğer öleceğim günü bilseydim diyorum bazen… Sonra karar veriyorum ki bilmemek daha güzel.
Evet bünyeme alışık olmadığı bir diyet uyguluyorum. Acı çekemiyorum insanlardan, kimseyi kendimden çok sevemiyorum. Ama bir yanım sürekli acı içinde ölüm korkusunun verdiği her anı çekilmez yapan bir acı. Eğer vaktimden önce ölürsem kedilerime ne olur, yeni çıkan şarkıları dinleyemezsem, anneme sarılamazsam sevdiğim insanlardan – her ne kadar çok az da olsalar- erken ayrılırsam dünyada bir iz bırakamazsam ya; ya sadece ölürsem. Ya eğer dünyada nerdeyse kimsenin bilmediği bir şehirde bilinmeyen bir okulda okumuş yaşamış ölmüş bir zavallı olursam. Kim acımı dindirebilir kim bana sonsuz yaşamı vaat edebilir kim bana bu hayatın yaşamaya değer olduğunu savunur kim savaşmaya değer kim bana ölmenin o kadar da önemli olmadığını söyleyebilir kim bana inanacak bir kitap sunabilir! Hiç kimse! Çünkü diğer herkes beklide benden daha çok korkuyor ölümden hatta o kadar ki sonsuza dek yaşanacak beyaz bir dünya vaat ediyorlar kendilerine ne kadar iyi ya da ne kadar kötü olduğumuza göre girip giremeyeceğimiz bazılarına göre anahtarı bile var! İnsanoğlu ne kadar komik. Bazen benden bile…
25 Mart 2009 Çarşamba
ne çeşit bir sevgiydi bu?

bir evim vardı sanki hep kovulsamda gidebileceğim, ikinci bir evim...
herşeyin yavaş yavaş görünürden kaybolduğunu düşünmeye başladım şu son olaylardan sonra. saatin sesini dnlerken düşündüm, kendimle yalnız kaldığımda düşündüm... Belkide senden büyüktü anlamın benim için. 'Yok gerçekten düşünmek istiyorum' dediğinde; belki de bendim seni ciddiye almayan çok ciddi olmana ramen.
Bilmiyorum.
Karışığım.
Ne çeşit bir sevgiydi bu sana beslediğim. Düşündğm ve buldum. Biraz yarım biraz eksikti belki manadan. Ama bir tür buldum kendimce aramaya çalışırken. Bir annenin oğluna beslediği bir sevgiydi bu. Bir çeşit. Nasıl ki bir anne çocuğuna tutunursa art niyet aramadan, en saf, bende öyle bir çeşit seviyordum seni. Evet, zaten dedim biraz yarım, biraz eksik. Bir anne çocuğuyla paylaşamazdı belki bizim paylaştıklarımızı. ''konuşacak ne buluyorduk.'' ''ne konuşuyorduk bu kadar.'' yan yana geldikmi kelimeler başlardı gülüşmeye. saçmalardık gülerdik eğlenirdik. Belki bir anne çocuğuyla paylaşamazdı bunları ama sevgimn çeşidi tam olarak buydu işte. sadece sevgi fazlası yok.
Belkide tüm bunlar yüzünden kaldıramadım bir başkasının benim hakkımda konuşmasına izin vermeni. senin kadar tutunabileceğim başka bir dostum yoktu sanırım. evet isimler vardı -var- ama kiminle bu kadar yakın ve samimi konuşabiliyordum. izlemeye başlayınca fark ettim sen herkesle böyleydin, ben sadece senle...
anlamın senden büyüktü kaldıramadın belkide. ne desem boş. sende dinliyorsun saatin sesini ve gitmen gereken bir yer var artık her seferinde. herkes gibi ihtiyaçlar dostluğunun önünde.
ne çeşit bir sevgiydi bu sana beslediğim. neden hiç konuşmadım arkandan kötü kötü. neden hiç bilerek üzmek istemedim seni. neden küçük düşmeni ve aşalanmanı istemedim. tam olarak bir annenin oğluna beslediği türden bir sevgiydi benimkisi...
19 Mart 2009 Perşembe
dün, bugün, yarın...

Keşke bir gün 40 saat falan olsa! zaman bana nedense bir türlü yetmiyor uyuşukluktanmıdır nedendir bilmem hiç bir işi bitiremiyorum... yarın yarın diye diye yarın oluyor yine başka bir yarına bırakıyorum ama sonuç olarak işler yetişmiyor. ödev yapmaya dinlenmeye film izlemeye fırsat bulamıyorum. bunca zaman nereye akıp gidiyor aklm hiç almıyor. sabah kalk okula git eve gel iki soluklan dedin mi zaten bi bakıyorsun saat 10 olmuş yani en azından benim için öyle. umarım yetkili birileri sesimi duyarda bir günde 40 saate falan çıkarılır...
Confessions of a Shopaholic

Film eleştirilerime kaldığım yerden devam etmek istedim...
Confessions of a Shopaholic'in vizyona girmesini dört gözle bekliyordum. - kitabını okumadım- girdiğinde koştur koştur sinemaya gittim. film üzmeden sıkmadan başladı, herşey gayet eğlenceliydi. Öyle ki kızın gerçekten alışverişkolik olduğuna inandım.Ama sonu tam bir hayal kırıklığıydı mutlu son diye tabir edilen ama kıyafetsiz ayakkabısız mutluluğun nasıl olduğunu olabileceğini gösteremeyen bir filmdi. benim açımdan tam bir hayal kırıklığıydı. Verdiği mesaj hey hiç bişeyiniz olmadan dünya daha güzel bir yer sevelim birbirimizi yeter temalı birşeydi -ki hiç bana göre değil!- izlenmesini tavsiye etmiyorum tabii benim kendi şahsi fikrim...
31 Ocak 2009 Cumartesi
kızlara özel!

hepimiz ayrılık aıcısı yaşadık. kimi zaman arabesk aşık kimi zaman kıskanç olduk. ağlayıp zırlarken hep kız arkadaşlarımız vardı yanımızda. ''aşıkken ve net göremiyorken'' dostlarımız doğru yolu göstermeye çalıştı kimimiz kulak astık çoğumuz asmadık. elini bir kere yakmadan sıcağı öğrenemezsin nede olsa...
ve sonunda o gün geldi yeni sevgilisiyle gördük ^^O^^ nu! Ya yolda ya facebookda souçta haberini aldık. deli gibi resimlerini inceledik. düşündük ''bende olmayıp da onda olan ne?'' herkese sorduk hangimiz daha güzeliz hangimiz diye! HAH!!! buda sorumu yani tabiki biz! biz sorular içinde gece yatağımızda sağa sola dönüp buz dolabının yolunu aşındırırken ^^O^^ ve O...
belki bir gün kendimize geldik ama çok geçti artık yada hala gelmedik. Bilmem sizce? bu saatte oturmuş bunu yazıyorsam ve sizde böle bir saatte Nil'den girl şarkısını dinliyorsanız bence cevap açık ((: en azından iyiki çok bilmiş bizi seven dostlarımız var.
ilhan erşahin bizi anlatmış nil de seslendirmiş buyrun dinleyin bakalım..
http://rapidshare.com/files/191825641/nil___ilhan_er__351_ahin.mp3.html
ve sonunda o gün geldi yeni sevgilisiyle gördük ^^O^^ nu! Ya yolda ya facebookda souçta haberini aldık. deli gibi resimlerini inceledik. düşündük ''bende olmayıp da onda olan ne?'' herkese sorduk hangimiz daha güzeliz hangimiz diye! HAH!!! buda sorumu yani tabiki biz! biz sorular içinde gece yatağımızda sağa sola dönüp buz dolabının yolunu aşındırırken ^^O^^ ve O...
belki bir gün kendimize geldik ama çok geçti artık yada hala gelmedik. Bilmem sizce? bu saatte oturmuş bunu yazıyorsam ve sizde böle bir saatte Nil'den girl şarkısını dinliyorsanız bence cevap açık ((: en azından iyiki çok bilmiş bizi seven dostlarımız var.
ilhan erşahin bizi anlatmış nil de seslendirmiş buyrun dinleyin bakalım..
http://rapidshare.com/files/191825641/nil___ilhan_er__351_ahin.mp3.html
22 Ocak 2009 Perşembe
Biraz Alışveriş yapalım...

Alışveriş alışveriş... Heryerde indirim nasıl yapılmasın ki! yok krizmiş bilmemne bahane. Cüzdanımdaki son liraya kadar almak istiyorum -ki öyle yaptım-.
Sanırım çok ciddi bir sorunla başbaşayım. Hayatta beni daha çok mutlu eden birşey yok. Bir erkekle beraber olmak bile beni bu kadar mutlu hiç bir zaman etmedi. Alışveriş yaptığım her zaman uyuşturucu almış gibi oluyorum. Herşey o kadar güzel görünüyor ki! Başka birşeyden mutlu olamıyorum. Arkadaşlarımla, eğlenirken, gezerken sürekli birşeyler almak istiyorum. Önüne geçilemez bir arzu benim için. Bu gün hiç alışveriş yapmadım. Ve inanılmaz bitik hissediyorum. Neden bilmiyorum böyle zamanlarda canım hiç birşey yapmak istemiyor. Ah şimdi birşeyler almaya gitsem moralim nasıl düzelir kim bilir. Haftalığımı alacağım günü iple çekiyorum ne alırım bilmiyorum zaten ne olduğunun da önemi yok sadece almak istyorum. Daha çok daha çok. Yorulmadan yaptığım tek şey bu diyebilirim.
Nasıl alışverişkolik olmayalım ki? Filmlerde kitaplarda her yerde mükemmel aşk, kusursuz mutluluk, harika hayat... Bu kadar mükemmelliğe programlanmışken herşey ve bunu yaşıyamıyorken sanki birşeyler almak tüm bunlara yaklaşmak gibi geliyor... Şu elbiseyi giyersem harika olurum, bu ayakkabılar beni mükemmel gösterir, bu çantayı taktığımda çok şık olacağım vs vs... Aslında inanıyorum ki aldığımız her şey eksikliğini hissettiğimiz birşeyi doldurma çabası. Tabii herkes için söylemiyorum benim gibi alışverişkoliklerden bahsediyorum....
Twilight

Son zamanlarda gittiğim en güzel aşk filmi Twilight'tı. Etkileyici ekran görüntüleri kadar filmde devamsızlıklar da vardı aynı zamanda. Hepimizin aşık olduğu Ed'in lensinin belli olmamasını tercih ederdim. Bulutların hareket ettiği sahne de oldukça bilgisayar işi kokuyordu. Bence daha doğal olabilirdi. Gitmenizi tavsiye ederim... Herşeye ramen sadece izleyin ve sevin. Film seri halinde dört kitaptan oluşuyor şimdilik fakat dördüncü kitap henüz ülkemizde yok.
Biraz filmin içeriğinden bahsetmek isterim...
Sıradan bir vampir filmi olmadığı kesin. Açıkçası vampir olduklarından bile kesin emin değilim. Filmin konusu ''aşk''. Ama nasıl bir aşık? Aşık olduğu kızı yemek isteyen bir yandan da buna engel olmak için kendiyle savaşan yakışılı Ed ve tehlikeyi göze alan bir yanı korkmasına ramen diğer yanı kendini geri alamayan Bella'nın hikayesi. Filmden sonra düşündüm. Vampir olması gerekmiyor. Gerçek hayatta da çok olağan bir durum. Kızlar genelde kötü adam sever. Kötü adamlar kızlara zarar verebileceğini bilir. Buna ramen bir merak duygusu geri çekilemememize sebep olur... Sizi bilmem ama bana kendimden çok tanıdık bir hikaye...
Not. 2. film kasım 2009 da dünya da vizyona girecek umarım bizde de aynı anda girer..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)