25 Nisan 2009 Cumartesi

aşk üstüne


Çevremde uzun süredir ilişkileri olan insanlar var. Bu gün anladığım bir konu üzerine yazmak istedim bende… Kendi gözlemlerime dayanarak ilişkileri dört kategoriye ayırdım. İlk olarak ve en yaygın olan iki kişilik ilişki, ikincisi ve en az birincisi kadar yaygın olan platonik ilişki, üçüncüsü çok kişili ilişki ve son olarak da narsist ilişki.

Bunları açacak olursak;
birinci gurupta yer alan insanlar genelde çevremizde sevgi tomurcukları ailemizin şirinlik muskası şeklinde gezen tipler. Bu arkadaşları anlamıyorum –ki genelde hepsini ayrılığa teşvik etmeye uğraşıyorum.- Arkadaşım üç beş yıldır sevgiliyiz ne demek? Sıkılmaz mı insan her gün aynı yemeği yemekten kaldı ki arada kaçamak bile yapsan sıkılırsın. Tabii bu benim naçizane fikrim. Bu arkadaşlara bu fikri açınca âşık olunca görürsün diyorlar. Bakalım âşık olursak görürüz artık…

İkinci gruptaki yaygın ilişki şekli –ki buda ilişki sayılmaz tabii- platonik. Açacak olursak birini görüyoruz beğeniyoruz seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli diyoruz. Selam bile vermeden isim öğrenmeden yaşanan en tatlı duygulardır bence. Çünkü kendini yormazsın. Görünce gözüne hoş gelen bir figürandır hayatında sadece. Bana kalırsa herkes platonik severse dünyada paranoya diye bir şey kalmaz. İlk kategorideki arkadaşların da en büyük hastalığıdır bu. Aramadı iki dakika geç cevap attı aldatıyor mu vs vs. kısaca dertler silsilesi. O yüzden platonik bir şekilde hiç açılmadan sevmek en güzeli bence.

Üçüncü gruptaki ilişki tarzı bence cılkını çıkartmadıkça renkli olabileceğini düşündüğüm bir ilişkidir. Her gün aynı yemek yenmez diyenler bence çok kişili ilişkiyi denemeli. Bilmiyorum beklide böyle bir kategori bile yoktur ama herkes aynı anda iki sevgiliye sahip olsa dörtlü falan gezseler ama herkes birbirini eşit derecede sevse ayrım yapmadan eğlenceli olabilirdi birbirine âşık arkadaş grubu gibi... Sanırım bu kategori en çok erkeklere ait ya da erkekler arasında daha yaygın desek daha doğru olur. Sanıyorum ki sıkıcı evliliklerin çözümü bu ilişkidir. Evlilik hayatının katı disiplininden sıkılan erkek eğlenceyi bu yolla bulabilir. Bence erkekler buluyorsa kadınlarda bulsun geri kalmasın derim.

Dördüncü gruptaki ilişki kendinle ilişki. Buda artık narsistlik oluyor tabii. En çok takdir ettiğim ilişki çeşididir. Hayatta kendi başına sapa sağlam kalacak insanlar bana göre bu kategoridendir. Kendine aşık insan ayna başında saatlerini geçirebilir. Duşta saatlerce kendini ovalar, bakımından eksik kalmaz kısacası sevende sevilende O dur. Dünyada ondan önemli hiç bir şey yoktur. Bu kategorideki arkadaşları tebrik etmek isterim.


Bu kadar kategoriye ayırıp üstünde düşündüm ama ben hangi kategorideyim bulamadım. Hepsinden biraz galiba… Hiç iki kişilik bir ilişki yaşamadım, bilmiyorum. Birini kendimden çok nasıl severim bilmiyorum. Daha doğrusu nasıl sevilir onu da bilmiyorum. Düşününce çok kişili bir ilişki zevkli olabilirdi ama o zamanda kıskanç kişiliğim ortaya çıkardı ve yine her şeyi mahvederdim. Kendimle aram iyi ama bazen yalnız hissettiriyor. Sanırım biraz kendimle biraz da platoniğim. Hiç bilmediğimden belki karşılıklı sevmek nasıl bir şey beklide beni seven kimseyi sevemediğimden ikisinin ortasında bir yerdeyim. Neden biri beni sevince ondan soğuyorum bilmiyorum. Ya da gerçekten ilgi duyduğum kişilerden mi karşılık alamıyorum ya da çok narsistim de kendimi başkasından mı kıskanıyorum bilmiyorum tek bildiğim bu konunun çok karmaşık olduğu ve genelde insanların ilgiyi hissettikleri an soğuduğu. Bence ilişkileri istediğimiz kadar kategoriye ayıralım üzerinde testler yapıp bilimsel gerçeklere ulaşalım yinede ilişkiler kendi özel yapılarına sahip ve onları çözmek hiç de kolay değil…

20 Nisan 2009 Pazartesi

Dostumla geçmişe yolculuk...


Çocukluğumuzu şarap şişeleri, zeytinli kurabiyeler ve Kordon günleri özetler...

İstanbul’dan dostumla çok eğlenceli bir gün geçirdim. İzmir klasiği Alsancak’ta dolaştık. Hayat üstüne sohbet ettik uzun süre ardından kordonda yürüdük. Güneşin batışı biraz huzur ve biraz hüzün verdi. Sanki çocukluğumuzun hayaletleri orda ucuz şaraplarla sarhoş olmuş duruyordu. Sanki henüz Deniz ölmemişti. Daha az düşünür daha çok konuşurduk bizi inciten şeyler de bir o kadar saçmaydı sanki. Daha dün yaşımızı büyütürken şimdi daha bir yaş daha almamıza çok uzun zaman var diye kendimizi kandırırken bulduk kendimizi.

zamanda yolculuk yapıp bizi izlemek istedim bir an. Çocuk olmanın verdiği sarhoşluk. Oldum olası alışamadım değişikliğe belki ondan her limanda uzun uzun demir atmam. Yolculuk vakti geldiğinde de daha güvenli bir yer olmadan ayrılamamam da belki bundan. Eskiden dolaştığımız sokakların taşları değişmiş, dükkanlar el değiştirmiş atölyesinde en güzel anılarımı geçirdiğim logos kapanmış. Bir zamanlar aşık olduğum Deniz ölmüş. Belki bundan ölümden korkmam. Etkilenmediğimi gösterdiğim her an uzakta bile olsa etkilendim belki ölümden. Hiç tahmin edemezdim büyümek zorunda olduğumu hiç tahmin edemezdim büyümenin bu kadar sancılı ve ağrılı bir şey olduğunu. Hep geçmişte takılıp kalacağımı hayal bile edemezdim. Önüme baktığım da doğru ama bir yerde her şeyi hatırladıkça burnumda bir sızı hissediyorum. Bazı şarkılar var duyduğumda o zamanları hatırladığım bir de defterim var gün be gün notlar yazdığım konser biletleriyle çar çöple dolu defterim.

Dostumla şöyle bir turladıktan sonra hatıralarımızı tazeledikten sonra şimdinin sıradanlığına dönüp ayrıldık. Mutluyduk değiştiğimiz için her değişim bizi gerçek bize götürdü her değişimde biraz daha oldunlaştık tanıştık kendimizle. Ama değişim başka şeyleri de getirdi... Biliyorum dertlerimiz çok farklı şimdi o düşüncesiz çocukluk günleri geride kaldı. Biliyorum istemeden büyüdüm ve yaptığım her şeyden ben sorumluyum.

16 Nisan 2009 Perşembe

İnsanlık

İnsanlığa olan nefretimi yazmadan devam edemiyeceğime karar verdim. İnsanlığı tasvir etmek istiyorum. Ellediği herşeyi bozan, çirkin, çirkinliklerini örtmek için kıyafetler giyen kokular süren yüzlerini boyayan iğrenç varlık insanlık. Biz insanlar olmadan ne kadar da güzel uyumlu bir yer olurdu dünya? Bir dakikalığına düşünelim hangi hayvan ihtiyacı olmadığı halde sırf eğlence olsun diye başka bir hayvanı avlıyor. Hangi hayvan kendi ürettiği kağıtları hayatın merkezi yapıyor. Daha bir çok farklılık var dostlarımızla aramızda! O kadar gülünç durumdaki insan oğlu. Kedilerin nankör olduğunu söyleyen insanları bulmak ve onlara sormak istiyorum; siz olsaydınız sizi döven tecavüz eden çeşitli işkenceler ederek eğlenen insanoğlunu severmiydiniz... Evet insanlara öyle büyük öfke duyuyorum ki! Bencil olduğum için mutluyum!

Nefretimin boyunutu şöyle açarak olaya farklı bir boyut katmak istiyorum; elbette benim de hayatta sevdiğim insanlar var. İçinde güzellik olan insanlar... Nasıl ki bilmemneleri sevmiyorum deriz (amerikalı, alman, italyan yada nereli olrsa olsun işte) ama bireysel olarak birini tanıyınca sevebiliyoruz o çeşit bir nefret benimki. Baktığımda ırkımıza kendini kaybetmiş olduğunu görüyorum. Televizyon izlemiyorum çünkü gözümü kapattığımda, kulağımı tıkadığımda hala iyi bir dünyada yaşadığını sanan o küçük aptal kız olmaktan mutluyum. Savaşlar umrumda değil, ölen insanlar, cinayetler dünya umrumda değil. Neden yaşıyorum o zaman? Bunu bende bilmiyorum tek bildiğim yinede güzel insanlar olduğu kendilerinden başka bir dünya olduğunun farkında olan ve buna saygı duyan insanlar olduğunu bilmek benim için burayı yaşamaya değer kılıyor.

Sonra genele baktığımda anlayışsızlık görüyorum, insanlar birbirinin düşüncelerine, dinlerine seçimlerine, cinsiyetlerine, ekonomik durumlarına, renklerine, dillerine, kıyafetlerine saygı duymuyor! Bazen kendimden de nefret ediyorum çünkü bu korkunç insanlık virüsü beni de ele geçiriyor bende hatalar ve saygısızlıklar yapıyorum, ama önemli olan kabul ediyorum. Herkes biraz at gözlüklerini çıkarsa; dünyada bizim gördüğümüzden başka bir dünya daha olduğunu görseler daha güzel bir yer olabilirdi burası. Ozon delinmiş sular bitmiş olmazdı belkide. Dünyada kocaman delikler açıyor olmasaydık bizi etkileyen parlak değerli taşlar bulmak için kendi ırkımızdan olanların ölmesini engelliyebilirdik belkide. Kendi ırkımıza saygı duymadığımız gibi; sadece bize ait olmayan bu dünyayı ilk var olduğundan beri sahip çıkan hayvanlardan da çalıyoruz. Onların havalarını yaşama alanlarını sularını pisletiyoruz.

Bazen yolda yürürken anneler görüyorum içinde hiç bir kötülük taşımadan dünyaya gelen çocuklarına nasıl da kötülüğü aşıladıklarına şahit olmak annelerden de nefret etmemi sağlıyor! O hayvana elleme pis mikrop kaparsın vs. Pis olan biziz onlar değil dünyayı pisleten de hastalıkları üretende kaynakları tüketen de biziz.

Kapınıza bir tas mama ve bir tas su koymak bu kadar da zor olmamalı. Onların konuşma yetenekleri olmadığı için onlara kötü davranmamalıyız.Kimse sizle beraber olmak istemeyince onlara tecavüz edemezsiniz! Onlar oyuncak ya da denek değil! Zevk için avlamayazsınız!!!!

Hangi hayvan bizim derimizi canlıyken biz yüzüp şık göründüğünü sanarak giyiyor? Hangi hayvan henüz doğmamış bebeğimizi rahmimizden çıkarıp kürkünü satıyor düşünün insanoğlu -çok sevgili insan ırkı(!)- bu kadar dünyasına sahip çıkan iyi bir tür! Nasıl bir mutasyona uğradık bilmiyorum ne çeşit bir manyaklığın etkisindeyiz onuda bilmiyorum tek dileğim en yakın zamanda insanların daha duyarlı ve anlayışlı olması ve dünyayı biraz daha yaşanır hale getirmesi... Neyse gelin şuna ütopik hayalim diyelim...

Acı


Bünyeme alışık olmadığı bir diyet uyguluyorum şu sıralar. Son bir yıldır kalbim acımıyor… Neden acı çekmiyorum; neden kimseyi sevemiyorum? Beklide bütün kalp acılarımı tükettim beklide kendi kanımı emip doydum. Kana doymuş bir vampirim belki de…

Bir yandan da şu ölüm korkum… Her an her saniye saatin sesini duydukça özellikle nerde nasıl ne zaman kaç yaşında hayatın hangi noktasında öleceğimi merak ediyorum. Ve o küçücük tabuta konduğumda neleri ne kadar yapıp nelerin yarım kalacağını derimin ne kadar buruşuk vücudumun ne kadar yorgun ya da ne kadar taze olacağını. Bazen o kadar korkuyorum ki ölümden o anda ölmek istiyorum. Tıpkı diğer hoşlanmadığım şeylerle hemen karşılaşıp bitsin istediğim gibi. Beklide silahı alıp beynimi dağıtmalıyım. Beklide kutu dolusu ilaç içip kafama torba geçirmeliyim. Belki gazı açık bırakmalı ya da kulağıma cıva damlatmalıyım. Acımın derecesini önceden bilmek isterim acımın derecesini ayarlamak isterim. Eğer öleceğim günü bilseydim diyorum bazen… Sonra karar veriyorum ki bilmemek daha güzel.

Evet bünyeme alışık olmadığı bir diyet uyguluyorum. Acı çekemiyorum insanlardan, kimseyi kendimden çok sevemiyorum. Ama bir yanım sürekli acı içinde ölüm korkusunun verdiği her anı çekilmez yapan bir acı. Eğer vaktimden önce ölürsem kedilerime ne olur, yeni çıkan şarkıları dinleyemezsem, anneme sarılamazsam sevdiğim insanlardan – her ne kadar çok az da olsalar- erken ayrılırsam dünyada bir iz bırakamazsam ya; ya sadece ölürsem. Ya eğer dünyada nerdeyse kimsenin bilmediği bir şehirde bilinmeyen bir okulda okumuş yaşamış ölmüş bir zavallı olursam. Kim acımı dindirebilir kim bana sonsuz yaşamı vaat edebilir kim bana bu hayatın yaşamaya değer olduğunu savunur kim savaşmaya değer kim bana ölmenin o kadar da önemli olmadığını söyleyebilir kim bana inanacak bir kitap sunabilir! Hiç kimse! Çünkü diğer herkes beklide benden daha çok korkuyor ölümden hatta o kadar ki sonsuza dek yaşanacak beyaz bir dünya vaat ediyorlar kendilerine ne kadar iyi ya da ne kadar kötü olduğumuza göre girip giremeyeceğimiz bazılarına göre anahtarı bile var! İnsanoğlu ne kadar komik. Bazen benden bile…